Kolloidal gumus elestirileri



Okuyacağınız bu yazı eleştirilere cevap adına yazılmış olmasına rağmen yine de çok fazla eleştiri ve dirençle karşılaşabilir. Çünkü bilimsellikle alakası yoktur. Fikirleri, çalışmaları ve ürünleri bilime dayandırma modası hoş. Fakat bilim demek tarihin yanılgıları demek. Bunu nedense unutuyoruz. Çıkış noktamız modern tıp ile ya da bilim ile çok farklı olduğu için "bilimsellik" adına hiçbir iddiam bulunmamaktadır. Bunun sonucu olarak, bilimsel tartışma veya eleştirilerin, bizim inceleme yöntemimizle çatışması söz konusu olamaz. Bizim yaklaşımımız, bilimi din anlayışıyla kavrayan koyu ve katı rasyonalistler ile materyalistlere değil, gerçek şifa yolunu izlemeye hazır olanlara yöneliktir. Bununla birlikte umudum, yürüdükleri yolda bu bahsedeceğim konuları yardımcı olarak kullanmak isteyen, az ya da çok sayıda insana ulaşmasıdır. Bu bilgileri sadece onlar için yazıyorum!

Biz 2010 senesinden beri yasal yollarla Siva Derm markası altında kolloidal gümüş üretmekte isek te, bu konudaki çalışmalarımız esasında çok daha öncesine dayanır. Elbette ki bir ilke imza atmış olmanın dezavantajlarından biri de ilk etapta reddedilmesi ve direnç gösterilmesidir.

Ancak zaman içerisinde Siva Derm kullananların sayısı gün geçtikçe artmakta, bunu kendi evlerinde yapmaya çalışan insanlar da eklendiğinde yanıt vermek zorunda kaldığımız kişiler de çoğalmaktadır. Bu yüzden herkese tek tek yetişmemizin gittikçe zorlaştığı bir devrede, yanıtları genelleştirmek zorunda kaldık. Şu ana kadar karşılaştığımız birkaç sorun var. En büyük sorun eğitim sistemi, medya ve toplumsallaşma sürecinde edindiğimiz değer yargılarından kaynaklanmaktadır.

En çok merak edilen ve sorulanlar şunlar oluyor; Hakan Bey, insanlara verdiğiniz bu kürler nereden geliyor, bu konuyla ilgili bilimsel raporlar var mı? Ya da ağır metal içilir mi, vücutta birikme yapmaz mı?

Tabi ki bu gibi sorular dünyanın hakimi güçler tarafından bize kaktırılan (lafta) bilim adı altında hazırlanan tuzaklardan kendini kurtaramayan çevrelerden geliyor. İşin zor tarafı, insanlara yeni bir şeyler öğretmek değil, bugüne kadar kafalarına yerleşmiş yalan ve yanlış bilgileri çıkarıp atmaktır. Çünkü gerçekler her zaman yalanla çatışır. Bu sebeple önce bilimin ne olduğunu ve bize neler kazandırıp kaybettirdiğini kavramamız şarttır.

Vahşi kapitalist düzende bilimin dinlerden hiçbir farkı kalmamıştır. Yani her şey inanca dönüşmüştür evrim teorisiyle bile ilgili soru sorulurken “Evrim teorisine inanıyor musun?” diye sorulmaktadır. Halbuki bu bilimsel bir teoridir ve inanmakla ilgili değil, bilmekle ilgilidir. Sorulması gereken soru “Evrim teorisini biliyor musun, ya da kabul ediyor musun?” şeklinde olabilir. Elbette ki yanlış soru ile doğru cevaba ulaşmak mümkün olmadığından tüm tartışmalar sonuçsuz bir hale dönüşmektedir.

Sadece bilim insanı ünvanıyla araştırma yapanların açıkladığı her şeye inanma noktasına getirilmişiz. İlk bakışta bir sakıncası yokmuş gibi görünebilir. Ancak bu insanların neye ve kime hizmet ettiği bilmediğimizden ciddi anlamda yanılmaktayız. Şayet bilim, insanların yararına değil de tam tersine zararına hizmet ediyorsa, “neye güveneceğiz?” diye sorgulamakta fayda var. Dünyadaki silah sanayisinin yüzde 43'ünü elinde bulunduran ABD'de silaha ayrılan bütçe 689 milyar dolar. Ve Türkiye'de de silaha ayrılan bütçenin milli gelire oranı yüzde 2.5 olarak raporlanmış. http://www.timeturk.com/tr/2011/09/12/silahlanma-harcamalarinda-rekor-artis.html https://tr.wikipedia.org/wiki/Savunma_harcamalar%C4%B1na_g%C3%B6re_%C3%BClkeler_listesi

Öte yandan neredeyse dünyanın tamamında sağlık sistemi çökmüş durumda. (Neyse ki silahlarımız var.) İşte bunlar hep bilimsel çalışmalardır. Yanı sıra sigaraların içine konulacak kanserojen maddeler için yapılan çalışmalar da bilimseldir. http://www.imdb.com/title/tt0140352/

“Bu denli hastalıklı bir topluma iyi eklemlenmiş olmak, sağlıklı olmanın bir ölçüsü olamaz.” (Jiddu Krishnamurti ) 

Bizler, modern tıbbın, mucizevi olanaklarını insanlara sürekli yeni belgelerle sergilediği bir dönemde yaşıyoruz. Aynı zamanda, bu hemen her şeyi yapabilen modern tıbba karşı şüphe ve güvensizlik duyanların sesleri de her geçen gün artmakta, dolayısıyla bilimsel tıbbın yöntemlerinden çok, doğal tedavi bilgilerinin ve homeopatik tedavilerin çok eski ya da daha yeni yöntemlerine güvenenlerin sayısı da hızla artmaktadır. Bu konuda getirilen eleştiriler çeşitlidir: Yan etkiler, hastalık belirtilerinin doğal akışının engellenmesi ve ertelenmesi, azalan vicdan, karşılanamayan yüksek tedavi masrafları ve diğerleri...

Ancak eleştirilerin içeriğinden daha ilginç olanı, bu eleştirilerin neden ortaya çıktığıdır. Çünkü kişi, eleştirmeden önce bir şeylerin yolunda gitmediğini hisseder, tıbbi tedavinin ısrarlı çabalara rağmen, istenen sonuca ulaşamadığını görür. Birçok insan, toplu halde bu durumdan rahatsızlık duymaktadır.

Yıllardır insanlara anlatmaya çalıştığım şeylerden biri felsefesiz her eylemin, her zaman yarardan çok zarar getireceği yönündedir. Bilim deyip bağrınıza bastığınız şey ise felsefeden sınıfta kalmıştır.

Hiç şüphe yok kibilimsel araştırmalar için para gerekmektedir. Ancak kendini canlılara şifa vermeye adamış birinin bu söz konusu paraya sahip olduğuna ben şahsen hiç rast gelmedim. Elbette ki vicdan sahibi şifacıların bu araştırma ve geliştirme için gereken paraları karşılamaları mümkün değildir. Bu sebeple masrafları tüccarlar karşılar.

Peki, kar etme ve her zaman daha fazla kar etme peşindeki şirketler sağlığa mı yatırım yapar, yoksa paraya mı? Elbette ki doğru cevap paradır. Ve bilim insanı unvanıyla çalışanlar isteseler de istemeseler de kötülüğe hizmet ederler.

Bilim insanı unvanıyla çalışan bir doktor, şayet ilaç firmalarının ürettiği kemoterapi ilaçları için (en yüksek kar getirenler bunlar olduğu için kemoyu örnek verdim) komisyon alıyorsa o işten artık hayır bekleyemezsiniz.

Modern tıptaki en büyük aldatmacalardan biri, “bilim” kavramını kullanarak hastalığı, somatik ve psikolojik diye ayırmasıdır. Hâlbuki insan dediğimiz canlı ruh ve beden olarak bir bütündür. Yani bir enerjidir. Enerjinin bedende vücut bulmuş halidir.

Bu noktada Thorwald Dethlefsen’in kitabından alıntı yapmakta fayda var.

“Hastalık, bedendeki uyumun bozulması, yani o zamana dek dengede olan bir düzenin tehlikeye girmesidir. (Daha sonra farklı bir bakış açısıyla hastalığın aslında dengenin oluşturulması olduğunu göreceğiz.) Bu uyum kaybı, önce bilincimizde bilgi boyutunda ortaya çıkar, daha sonra bedende kendini gösterir. Beden, bilincin ve bilinçte oluşan tüm işlem ve değişikliklerin gerçekleşme alanıdır. Kişi, eğer bilincinde bir dengesizlik yaşarsa, bu, bedeninde bir hastalık belirtisi olarak görünür halegelir ve deneyimlenir. Bu nedenle bedenin hasta olduğunu söylemek yanıltıcıdır. Sadece insan hasta olabilir ve bunun belirtileri bedende açığa çıkar. (Bir trajedi sahnelenirken, trajedik olan sahne dekoru değil, tiyatro oyununun kendisidir.) Bedenimiz, bilinç olmadan yaşayamayacağı gibi, bilinç olmadan hasta da olamaz. Bu noktada, somatik (bedensel), psikosoınatik (ruhsal-bedensel) sadece ruhhsal veya sadece zihinsel hastalıklar gibi sınıflandırmaları neden kabul etmediğimiz daha iyi anlaşılacaktır.

Bizim inceleme yöntemimiz, psikosomatik model ile belli bir ölçüde benzeşmektedir. Bu model ile aramızdaki tek fark ise, bizim, aynı yaklaşımı, istisnasız tüm hastalık belirtilerine uygulamamızdır. Hastalıklarda, bedensel/ruhsal ayrımı, ancak belirtinin ortaya çıktığı alanı tanımlamak için kullanılabilir. (mide bulanması-bedensel veya depresyon-ruhsal gibi.)

Ancak bu ayrımın, hastalığın önlenmesine hiçbir katkısı yoktur; temelde bütün hastalıklar bilincimizden kaynaklanır. Zihinsel hastalık kavramı ise tamamen yanıltıcıdır, çünkü zihin asla hastalanmaz. Bu grup hastalıklar da, yine bilincimizde oluşan, ancak kendini zihinde ifade eden hastalık belirtileridir.

Hastalık (bilinç boyutu) ve belirtilerinin (beden boyutu) kavramsal olarak ayrıştırılmasıyla incelememizin ağırlığı, bedensel olayların analizinden, ruhsal boyutta alışılmamış bir analize doğru kaymaktadır.

Bedende bir hastalık belirtisi ortaya çıktığında, dikkatimizi kendisine çeker ve böylece o ana kadarki yaşam akışımızda bir kesintiye yol açar. Her belirti, dikkati, ilgiyi ve enerjiyi kendisine çeken bir sinyaldir. Her belirti bizi, istediklerimiz veya istemediklerimize dikkat etmeye zorlar. Biz ise, dışarıdan gelen bu kesintiden rahatsızlık duyarız ve tek bir hedefe yöneliriz; Rahatsızlık veren şeyi (rahatsızlığı) tekrar yok etmek. Kişi rahatsız edilmek istemez ve böylece hastalık belirtisine karşı bir savaş başlatır. Oysa bu savaş da bir ilgi ve çaba gerektirir.

Böylece belirti, daima kendisiyle uğraşmamızı sağlayarak, hedefine ulaşmış olur.

Hipokrat' dan beri tıp hastayı şuna inandırmaya çalışmaktadır; hastalık belirtisi, kökeni, bedenin işlevsel süreçlerindeolan rastlantısal bir olaydır ve nedenlerinin bedende araştırılması gerekir. Oysa tıp, ısrarla belirtiyi yorumlamaktan kaçınarak, hastalığı da, belirtilerini de anlaşılmazlığa mahkum etmektedir.

Böylece sinyal gerçek işlevini kaybetmektedir. Bu durumu açıklamak için bir örnek verelim: Arabamızın ön panelinde gerekli durumlarda bize işaret veren uyarı ışıkları vardır; akü boşaldığında veya benzin bittiğinde yanan küçük lambalar gibi. Araba giderken bu ışıkları görünce hiç de mutlu olmayız. Çünkü giderken bir yerde durmamız gerekecektir. Bu durum bize huzursuzluk verse de, uyarı ışıklarına kızmak aptallık olur. Çünkü bu ışıklar bizim normalde görüp, algılayamayacağımız bir olayı bize haber verirler. Uyarı ışığı yanınca, ışığın tekrar sönmesi ve yolumuza devam edebilmemiz için hemen bir tamirci çağırırız. Gelen tamirci, problemi uyarı lambasını sökerek ortadan kaldıracak olsa buna çok kızarız. İstediğimiz olmuştur, uyarı ışığı artık yanmamaktadır, ama problemin çözülme şekli fazla yüzeyseldir. Böyle bir durumda, uyarı lambasının Sökülmesindense, gereğinden fazla yanmasınabile razıyızdır. Oysa, bu problemi ortadan kaldırmak için, öncelikle ışığın çalışma şeklini çözmek ve neyin yolunda gitmediğini görmek için arka plandaki mekanizmaları incelemek gerekir. Sonuçta, uyarı' ışığının amacı, yandığı zaman bizim dikkatimizi çekmek ve soru sormamızı sağlamaktır.

Bu örnekteki uyarı lambası, konumuzda hastalık belirtileridir. Vücudumuzda hastalık belirtisi olarak açığa çıkan, aslında görünür olmayan bir sürecin görülebilir ifadesidir ve tek amacı sinyal vererek o ana dek gittiğimiz yolda bizi durdurup, bir şeylerin yolunda gitmediğini göstererek sorular sormamızı sağlamaktır. Hastalık belirtisine kızmamız aptalcadır. Hastalığın belirtilerini yok ederek, bilincimizin kendini ifade etmesini engellemek ise çok saçmadır. Belirtileri engellemek yerine akmasını sağlamamız gerekir. Bunun için, belirtilerin çok daha derinlerine bakarak, belirtilerin neye işaret ettiğini anlamayı öğrenmeliyiz.”


İşte bu yüzden modern tıp “pardon”larla doludur. Buna ise halk arasında bilim denir. (Ferhan Şensoy’un “pardon” filmini izleyenler beni daha iyi anlayacaklardır) Aynı gün 3 ayrı hastaneden, 3 ayrı rapor alsanız, üçü de size farklı sonuçlar çıkaracaklardır.

Bugün inanılmayacak güçte silahlar yapılıyor ve uzayda (ne amaca hizmet ettiği belirsiz) çalışmalar sürdürülüyor. Nereye yağmur yağdırılacağına ve nerede deprem olacağına karar veren güçlerin, size “kanserin çaresi yoktur” demesine inanmak, en hafif tabirle saflıktır.

Hazır yeri gelmişken kanserin de kısa bir açıklamasını yapmak isterim; Kanser dediğiniz şey erken ölümü önleyen bir çeşit uyarı sistemidir. Yapılması gereken ise o uyarıları takip edip arkada yatan sorunu bulup çözmektir, belirtileri yok etmek değil. Kanserin sebebi, dengesiz beslenme sonucu vücudun asitlenmesi, su eksikliği ve tuz eksikliğidir. Ancak onkologlar tutup da bunu açıklasa herkes kendi sorununu kendi çözebilecek seviyeye gelir, ve para çarkına çomak sokulmuş olur. İllaki ilaç ya da aşı üretilecek, patenti alınacak ve bundan para kazanılacak. O sebeple kanserin sebebini hiç bir zaman açıklamazlar.

İşte bütün bu sebepler dolayısıyla, bizim yaptığımız gümüş suyunun ve insanlara önerdiğimiz dozların kesinlikle bilimsel bir dayanağı yoktur. Olması da mümkün değildir. Çünkü FDA gibi bir kurumun bunu onaylamasını ve bilimsel olmasını beklemek hayalcilik olur. Ama isteyen, bilimsel olmayan ve kullanıcıların görüşlerinin yer aldığı, şu detaylı raporlara göz atabilir. http://www.sivaderm.net/GUMUS%20SUYU%20RAPOR.pdf

Maalesef ki, bilim dediğimiz şey, bize “nasıl sağlıksız oluruz?”un bilgilerini ve ürünlerini,“nasıl sağlıklı oluruz?” adı altında veriyor. Modern tıbba göre koloidal gümüş bilimsel değil, ama kemoterapi ve her türlü ilaç bilimsel! Doktorlar size sadece ilaç yazıyor. Hâlbuki ilaca değil, doğal ve dengeli beslenmeye ihtiyacınız var. Ancak bu durumda sağlıklı olacağınız için, müşteri kaybedeceklerini biliyorlar. Evet, sizler müşterisiniz. Ve hasta kaldığınız sürece müşteri olmaya devam edeceksiniz. 

Kanser genelde kansere yakalananlar üzerinden konuşulur. Oysa bir de o hastanın ailesi ne yapacağını bilememekten ve çaresizlikten, duygusal açıdan perişan olur. Sanki mucize bekler gibi ümitlenip, bir anda tekrar çöküşe geçmekten yorgun düşerler, acı çekerler. Ailede bir kanser hastası vardır. Ama tüm aile o acıyı yaşar. Kanser kelimesinin insanların psikolojisini esir alan bir anlamı oluşmuştur. Kanser adeta bir kültüre dönüşmüştür. Bir çeşit "kötü kader" gibidir.

Örneğin şu sözde bilim ayyuka çıktıkça bu "kanser illetine yakalanmak" tabiri de yükselişe geçmiştir. Oysa bilimle hiç ilgisi olmayan eğitimsiz insanların kanser eleştirisi yaparken, "bıçak değdiyse iyileşmez artık o" dediğini sıkça duymuşsunuzdur yaşlı insanlardan. Gözlem yapmışlar, kafalarında istatistik çıkarmışlar, kendilerince bilim yapmışlar ve de sonucu ilan etmişlerdir. Ama eğitimli şehir insanının o burnundan kıl aldırmayan, modern, ne olduğunu bilmediği soyut bilim hayranlığı altı boş olduğu için gerçeğe gözlerini yummalarına neden olmuştur. Elalemin yapıp bize sattığı şeyi bilim sanmak, teknoloji ile metalaşmış bilgi ile bilimi karıştırmak insanı müşteri yapmaktan başka bir işe yaramamış, ne kadar eğitimliysen o kadar cahilsin noktasına gelinmiştir.

Unutmayın; hastalıkların %99’u dengesiz beslenmeden, yetersiz miktarda su tüketiminden, yetersiz miktarda tuz tüketiminden ya da rafine tuz tüketiminden ve stresten kaynaklanır. Bu unsurlara dikkat edilirse sağlıklı kalmak mümkündür. Tabii işin bir de düşünsel boyutu var. Ancak o daha uzun ve farklı bir konu. “sağlıklı kalmak için neler yapılmalı?” düşüncesiyle hareket edildiğinde, ulaşılacak veriler; doğal yaşam, (sağlıklı beslenme, fiziksel aktiviteler, stressiz ortam, temiz hava ve temiz gıda v.s…) ve gerektiğinde doğal reçetelerle tedavi yöntemleridir. Bedenle uyumlu reçeteler hususunda ise, piramidin en tepesinde “gümüş” bulunur. Gümüşün binlerce yıldır tedavi amaçlı kullanımından yola çıkarak, ar-ge çalışmalarımızı en etkin ürün ve doz konusunda ilerletmek amacıyla, danışanlarımız ile hastaların, iyileşme süreçlerini gözlemlemek ve geri dönüşlerle elde ettiğimiz verileri, üretim tecrübemizle harmanlayarak daha çok kişiyle paylaşımını sağlama yolundayız.

Peki, biz bu raporları nasıl belirliyoruz? Şunu belirtmekte fayda var; bizler hiçbir zaman “su satalım, para kazanalım” zihniyetiyle bu işe girişmedik. Zaten yıllardır Pyramed Center olarak doğal yollarla şifacılık yapmaktayız. İyileştirdiğimiz insanların sayılarını hatırlamıyorum. Uyguladığımız yöntemler sadece biyo enerji, beslenme tavsiyeleri ve piramit enerjisi değildir. Yanı sıra kullandığımız son derece gelişmiş quantum biofeedback cihazları bugün Türkiye’de herhangi bir kişide ya da hastanede bulunmamaktadır. Bu sayede kişide hangi mikrop var, seviyeleri nedir, hastalığa sebep olan nedir ve tedavisi nasıl olacaktır? Gibisinden burada fazlaca detayına girmeyeceğim kadar çok bilgilere sahip olmamız mümkündür. Dolayısıyla o kürleri bizden daha iyi bilebilecek birini ben bilmiyorum. Ancak tabii ki bilim adına birçoğunun beklentisi, “İsviçreli bilim adamlarının yaptığı çalışmalara göre…” gibisinden bir şey olduğu için bir Türk’ün bunu yapabileceğini hayal bile edemiyorlar.

Yanı sıra “her derde deva şurup mu olur? Diye eleştiriler de var.

Hiçbir zaman her derde deva olduğunu söylemedim. Ancak sorulduğunda faydalarını da söylemek durumundayım. Herhangi bir hastalık için üretilmiş bir terkip değildir. Ancak sahip olduğu özellikler sayesinde kullanım alanları oldukça kapsamlıdır. Zaten her derde deva olduğunu ben değil, kullanıcılar söylüyor. Açıkçası bugüne kadar tarif ettiğim şekilde kullanıp da işime yaramadı diyene rast gelmedim.

Bırakın koloidal gümüş suyunu, sadece içme suyuyla bile birçok hastalığı tedavi edebilirsiniz. Doktorların ifade ettiği şekilde “vücudun şu kadar sıvıya ihtiyacı vardır.” demek, açıkçası kötü niyete girer. Çünkü hiçbir sıvı suyun yerini tutamaz. İsterseniz suyun ne gibi işlere yaradığını kısaca şuradan bakabilirsiniz. https://iyilestirici.blogspot.com.tr//p/gumus-suyu-istatistikleri.html

Yukarıda linkini verdiğim istatistiklerde de görüleceği üzere Siva Derm’in bu denli başarılı olmasının sebebi aslında sadece içerisindeki gümüşten kaynaklanmamaktadır. Siva Derm sadece içinde gümüş partikülleri olan bir kolloid değildir. Bir çeşit şifalı sudur. Çünkü üretim aşamasında piramit enerjisinden, özel ses frekanslarından ve quantum biofeedback cihazlarından faydalanılmaktadır. (bahsettiğim cihazlar SCIO değildir) Bu cihazların yaptığı bir çeşit bilgi aktarımıdır. Yani bir takım şifalı otların ve ilaçların bilgileri suya yüklenir. (Peki, bu nasıl oluyor derseniz, tamamen maksadının dışında bir yazıya dönüşecek ve zaten yeterince uzamış olan bu yazı daha uzayacağından hepten kafalar karışacaktır. O yüzden şimdilik bu kadar bilgi yeter diye düşünüyorum.) Dolayısıyla bu işlemleri normal içme suyuna da uygulamış olsak yine faydalı, şifalı bir su haline gelecektir. Kısacası siva Derm sadece koloidal gümüş değildir.

Yine önemli bir konu da bizim sadece ve sadece koloidal gümüş ürettiğimizdir. Ve bu terkibi Türkiye’ye tanıtıp insanlara şifa dağıttığımızdır. Yani uzmanlık alanımız budur. Piyasada insan sağlığına zararlı binlerce ürün varken ve kimse de bunları sorgulamazken, neden Siva Derm marka koloidal gümüşün bu kadar eleştirildiğini ve koloidal gümüş ile alakalı gerçeklikle hiçbir ilgisi olmayan saçma sapan makaleler yayınlandığını derinlemesine düşünmenizi ve araştırmanızı tavsiye ederim. Örn: http://www.evrimagaci.org/fotograf/56/8265

Yine en sık eleştirilerden biri olan fiyatı konusuna hiç girmek istemiyorum. Ancak her şeye rağmen fiyatlarla ilgili de kısa bir açıklama yapmak gerektiğini düşünüyorum. Elbette ki öncelikle “serbest piyasa bu isteğimiz fiyata satarız” gibisinden bir düşünceyle hareket etmediğimizi de söylemek isterim.

Koloidal gümüşü kendi imkanlarıyla üretmeye çalışanlar bunun aslında çok maliyetsiz bir şey olduğu gibi yanlış bir kanıya kapıldıklarından Siva Derm’in fiyatlarının çok yüksek olduğunu dillendiriyor. Yanı sıra bazı kuyumcular da saf gümüş çubuk ürettiğini söyleyerek insanlara bunu satıyor. Kimseyi zan altında bırakmak istemem. Ama kuyumcunun işi süs ve ziynet eşyası satmaktır. Sağlık için kullanılan medikal gümüş değil! Şayet böyle bir işe girişiyorsa zaten kendi kendini zan altında bırakır. Çünkü suç işliyor demektir. Sattığı gümüş saf bile olsa bunu gerekli kurumlardan onaylatıp yasal prosedürü izlemesinde kendi açısından fayda var. Ama tabii toplum bu gibi şeylerin hesabını hiç yapmadan “şu işte iyi para var biz de hemen yapalım” zihniyetinde olduğundan hesapsızca girişirler her işe.
Ayrıca biz bunu bedavaya da vermiş olsak insanlar yine de kendileri yapmaya çalışacaklardır. Yapsınlar zaten. Buna engel olamayız. Benim konudaki tek sıkıntım her şeyi hemen yapabileceğini zanneden insanların “ben bunu yaptım, üstelik daha ucuza” diyerek hiçbir kurumdan izin almadan, vergi ödemeden illegal işlerle insanların sağlıyla oynayıp uzun vadede ortaya çıkacak sorunlardan dolayı bizim de etkilenmemizdir. Çünkü şu anda üretim izinlerine sahip tek firma Pyramed Center olup, teftiş edilen tek firma bizimkidir. Dolayısıyla ucu eninde sonunda bize dokunacağından insanlara gerçekleri söylemek durumundayım.

Ürünün fiyatı yaptığı işe göre oldukça ucuzdur. Yanılgınız Siva derm kolloidal gümüş suyunun, iki gümüş çubuğun suya sokularak elektrik verilmesi sonucu elde edilmesi düşüncesinden kaynaklanıyor. Ama maalesef ki üretimimiz o derece basit değil. Başka bir ürünle mukayese yapmamanızı tavsiye ederim.

Elbette ki Türkiye’nin ekonomik durumunun da farkındayım. Ancak ne yazık ki bu bizim çözebileceğimiz bir sorun değil. Biz insanlara karşı anlayışlı olsak bile devlet kobilere karşı anlayışlı olmuyor. Kısacası bizler merdiven altı üretim yapmıyoruz. Ve bu üretim sürecinin bir maliyeti var. Gümüşler İsviçre’den sertifikalı olarak geliyor ve ucuz değil. Kullandığımız donanım oldukça pahalı ve bize özel üretilmiş cihazlar. Özel kimyagerimiz var ve bedavaya çalışmıyor. Kanuni prosedürlerin getirdiği bazı zorunluluklar var. Ve bu zorunluluklar bedavaya olmuyor. En azından bulundurmamız gereken tek bir yangın söndürme tüpünün değeri bile 375 tl. Analiz için kullandığımız kitler 300 € civarında. Bir ppm ölçümü kaça mal oluyor öğrenmek isterseniz gidin bir özel laboratuara ve analiz ettirin.

Yani eskiden nasıl yaparlarmış ya da başkaları da nasıl yapıyormuş bilemem. Ama biz daha iyisini yapana kadar en iyisi budur. Çeşmeden doldurup doldurup satamadığımız için maliyet de yüksek oluyor dolayısıyla. Ama tabii ki siz yapmak isterseniz yapın. Yani fiyatı çok yüksek geliyorsa bizden almak zorunda değilsiniz.

Sağlıksız olmak için nice harcamalar yaptığımızı, her sene hastane ve ilaçlara ne kadar para yedirdiğimizi, bir şişe viskinin gümüş suyu ile aynı paraya geldiğini, dışarıda sağlıksız bir akşam yemeği için ne kadar bonkör olduğumuzu, fakat sağlığımız bozulunca, ya da sağlığımızı düşününce cebimize akrep girdiğini kabul edelim lütfen.

Çok pahalı olduğunu düşündüğünüz Siva Derm ise günlük bir çay bardağı kullanımla (8 liraya mal olur) hastalıklara yakalanma riskinizi minimum düzeye indirir ve hasta olduktan sonraki yapacağınız harcamaların binde biri bile değildir.

Şaşılacak bir durum da şudur ki, insanlar otomobillerine bile kendi vücutlarına yaptıkları masraftan daha fazlasını yapıyor. Benim otomobilim yok. Ama yiyeceğim her şeyin en kalitelisini almaya çalışıyorum. Naçizane tavsiyem paraya değil kendinize saygı duymanızdır. Para, ihtiyaçlarınızı karşılamak için kullanmanız gereken bir araçtır. Günümüzde birçok insanın düşündüğü gibi amaç değildir.

Buda’nın dediği gibi;

“Neye sahip olduğun değil, neye ihtiyacın olduğu önemlidir.” 

Siva Derm kullanan, ya da kullanmayan herkese sağlıklı günler dilerim.

Sevgiyle kalın

Ek olarak gümüş ile ilgili şu makaleyi de okumanızı öneririm. https://iyilestirici.blogspot.com.tr//p/blog-page.html

13 yorum:

  1. Hakan bey selamlar 24 yıldır kalça ameliyatında sonra Mrsa enfeksiyonu olan bir bayan tanıdığım var kendisi 85 kilo 45 yaşında Sivas derm günlük doz evde kullanım süresi verebilirmisniz birde mrsa nedeniyle kullanmış oluşta size geri dönüş varmıdırşimdiden samimi cevaplarınız için teşekkürler.iyi çalışmalar

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Aşağıdaki gib kullanabilir.
      1. Hafta 7 gün boyunca sabah 100 ml öğle 100 ml akşam 100 ml gece 100 ml

      2. Hafta 7 gün boyunca sabah 100 ml öğle 50 ml akşam 50 ml gece 100 ml

      3. Hafta 7 gün boyunca sabah 100 ml akşam 100 ml

      4. Hafta 7 gün boyunca sabah 50 ya da 100 ml

      MRSA gümüşe karşı dayanıklı değildir. Olumlu geri dönüş ise gerçekten çok fazla. Çünkü 2010'dan beri binlerce insanla muhatap olduk. Uygun dozlarda kullanıp fayda etmedi diyen pek olmadı.

      Sil
  2. Hakan Bey merhabalar , ben daha önce boğaz enfeksiyonu için 20 ppm lik Başka bir firmanın gümüş suyunu kullandım bana çok iyi geldi, fakat bir aydır sistit rahatsızlığım var, ilk iki gün gümüş suyu içtim hiç bir faydası olmadı ve daha kötü oldum, mecburen antibiyotik kullandım, mikrobun cinsi belli olamadığı için antibiyotik fayda eder gibi oluyor ve sürekli tekrarlıyor bu durum bir ayı geçti, en son maydanoz buharı ve kendimi sıcak tutmakla ve su içmekle tıparlamaya çalışıyorum, şimdi tekrar boğaz enfeksiyonum var ve sistitim tam geçmedi açıkcası gümüş suyu neden sistitte fayada etmedi bunu merak ediyorum, aldığım kişi alternatif tıpçı, o 40 ppm pek önermiyor onun yerine miktarı arttırp, günlük dozu yükseltmek daha iyidir diyor, ben tekrardan alıp kullanmak istiyorum ama kaç ppm almalıyım ve doz ne olmalıdır, cevaplarsanız sevinirim, teşrkkürler..

    YanıtlaSil
  3. Merhaba. PPM derecesi ne kadar yüksek olursa o derece etkili olacaktır. Vücuttaki mikrobun gücü ve miktarına göre ppm derecesini yüksek tutmakta fayda var. Yani bir birim kolloidal gümüş 10 birim mikrop öldürüyorsa ve vücutta 10000 birim mikrop varsa tabii ki ppm derecesini yüksek olmalıdır. Ama her şeyden önce önemli olan partikül büyüklüğü ve gümüş suyunun doğru hazırlanmış olmasıdır. O takdirde herhangi bir zarar görmeden hedefe yönelik bir uygulama yapmış olursunuz.

    Ancak yüksek ppm gümüş suyu hazırlamak zor olduğundan pek önerilmez. Yanı sıra gümüş suyu faydalıdır ama saf sudur ve gereğinden fazla saf su içmek iyi değildir. Çünkü içinde insan için gereken mineraller yoktur. İçilmesi gereken su miktarının altına düşülürse hastalıklar başlar.

    Gümüş suyunun bazı durumlarda fayda etmemesi ise yetersiz doz ve düşük ppm tükmekten kaynaklanır. Konuya yabancı olanlar fazla tüketmekten korktukları için fayda görmeyebilirler. Ama bu aslında yersiz bir korkudur. Uygun dozlarda kullanıpda faydasını görmedim diyene rastlamadım.

    YanıtlaSil
  4. Merhaba, kolloidal gümüş’ün çalışma prensibinde bakteriyel hücre membranları ile reaksiyona girdiğini anlıyorum. Bağırsaklarımızdaki “dost” bakterilere de aynı etkiyi yapıp, kaş yaparken göz çıkartmamıza neden olmaz mı? Tüm araştırmalarım maalesef bu konudaki endişelerimi gideremedi. Kafa karışıklığımı gidebilecek bilgiye ihtiyacım var.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Muhtemelen araştırmalarınız benzer kaynaklardan olmuş ki endişelerinizden kurtulamamışsınız. Ben de dahil olmak üzere tüm dünyada düzenli olarak kolloidal gümüş tüketen milyonlarca insan var. Şayet anlatıldığı kadar zararlı olsa kesinlikle bire bin katılarak medyada bunları görürdünüz. Üstelik ben bir sene boyunca günlük yaklaşık bir litre kadar içtiğimi biliyorum. Anlatılan kadar tehlikeli olsa sanırım insan içine çıkıp böyle konuşamazdım. Ya da bunca şey yazmazdım. Şu makaleye bakabilirsiniz. http://iyilestirici.blogspot.com/p/blog-page_1.html

      Sil
  5. iyi günler, yabancı kaynaklarda nano silver ile iyi çalışmalar gördüm, fakat kollaid sularla ilgili in vitro da başarısız çalışmalar gördüm. ikisi arasında ki farkları açıklarmısınız?

    Bahsettiğim çalışmalar :

    https://www.magonlinelibrary.com/doi/abs/10.12968/jowc.2004.13.4.26606

    https://www.sciencedirect.com/science/article/pii/S1549963406003467

    https://www.ncbi.nlm.nih.gov/pubmed/17379174

    YanıtlaSil
  6. Çünkü in vitro yapay koşullarda deneylenir.

    İnsan vücudu (mide ve bağırsaklar dahil) bir Petri kabı içeriği gibi statik değildir. Dinamik ve içsel olarak sürekli bir akış halindedir. Bağırsak hücrelerinin 24 saat süreyle koloidal gümüşe maruz kalmasına imkan yoktur. Bu saçma bir düşünce.

    Dahası, midenin sıvı içeriği sadece orada durmakla kalmaz. Bunun yerine, sindirim sisteminin diğer bölümlerine her 30 ila 45 dakikada boşalma eğilimindedirler. Buna kolloidal gümüş ya da içebileceğiniz diğer herhangi bir sıvı da dahildir.

    Mideden besinler ve sıvılar onikiparmak bağırsağı ve ince bağırsağa taşınır; bu noktada, gümüş gibi mineralleri içeren besinler, kan dolaşımında emilir ve daha sonra vücudun diğer bölgelerine yollanır.

    Son olarak kalan yiyecek ve sıvı içeriği, geri kalan suyu ve besin maddelerini atık maddelerden uzaklaştırmak ve vücudun diğer bölümlerine geri dönüştürmek olan ana işlevlerden biri olan kolona gider. https://tr.wikipedia.org/wiki/Kolon_(anatomi)

    Sonuç olarak, bağırsak yolunun tamamı dinamik bir sistemin parçasıdır. Laboratuvardaki petri kabı gibi orada sadece hücrelere ilişerek tutan şey yoktur.

    Ve yine sonuç olarak, hücre hasarına yol açacak kadar bağırsak hücrelerinizi laboratuvarda yapılan bu deney gibi gümüşe maruz bırakmanız mümkün değildir. Şundan emin olun, aynı deney cola ya da kahveyle de yapılsa benzer sonuçlar çıkardı.

    Bir de şu şekilde açıklamaya çalışayım; şimdi diyelim insanın kolloidal gümüşe ihtiyacı var. Ama siz adamın kafasını tutup bir kova kolloidal gümüşün içine sokuyorsunuz ve ölene kadar da çıkartmıyorsunuz. Sonra da “ahanda bakın, yapığımız bu bilimsel deney sonucunda gümüş suyunun insanları öldürdüğü apaçık bir şekilde ispat ettik” diye hesapta rapor düzüp tüm dünyaya ifşa ediyorsunuz.

    İnsanların bağırsak hücrelerini, iki düzineden fazla saat boyunca nano gümüş içinde ıslatmasını sağlayacak ve vücudunda gerçekleşen diğer normal ve koruyucu biyokimyasal eylemler olmadan bunu yapmış olmak gerçekte deney yapmış olmak anlamına gelmiyor. Zaten bu bir çeşit şikeli maç gibi. Yani sonuç baştan belli, çünkü niyet kötü. Yani amaç nano gümüşü kötü göstermek. Ve bunu da "bilim" adı altında sergilemek.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Merhaba hakan bey ben bağırsak sorunları için kullanacağım kaçlık almalıyım nasıl kullanmalıyım

      Sil
  7. Hakan Bey merhaba,eşim bu sabah gümüş suyunu normal su zannederek 350 ml kadarını bir seferde içmiş.Karnının ağrıdığını söylüyor.Suyun yan etkileri nelerdir,ne olabilir doktora gitmeli miyiz?Gümüş suyunu 19 ay önce almıştım.Cevabınız için şimdiden teşekkürler

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Merhaba. Sorunuzu geç fark ettim kusura bakmayın. Kolloidal gümüşün herhangi bir yan etkisi yoktur. Ben üretime başladığım ilk zamanlarda bir sene boyunca günde 1 litre içtiğimi söyleyebilirim. Hala da günlük 100 ya da 300 ml tüketiyorum. Ancak sizin hangi marka kullandığınızı bilmiyorum. Dolayısıyla ne içtiğini bilmediğim için kesin bir şey söyleyemem. Her şeye rağmen saf gümüş ve saf sudan üretilen ve de uygun partikül büyüklüğüne sahip bir gümüş suyunun zararı olmaz.

      Sil
  8. Merhabalar Hakan Bey,
    Bende 10 gündür swk gümüş suyu 25ppm kullanıyorum (eşim almış) sabah aç karnına yarım kahve fincanı birde yatarken yarım fincan aç karnına, bağışıklık ve korona virüsü için tedbir amaçlı kullanıyorum ve ayrıca boğazım ağrıyor ve geçmiyor.. Doz ile alakalı mı yoksa ürünlemi alakalı? Kendim araştırayım dedim ve en iyisi sizin marka olduğunu duydum hatta bir arkadaş sizin fabrikanıza kadar gelmiş gezmiş ve gerekli bilgileri vermişsiniz..Teşekkür ederiz.
    Benim aldığım ürünlerin biri 1000ml el yüz ve vücut solüsyonu kolloidal gümüşlü yazıyor diğeride sprey 100ml el yüz vücut nemlendirici solüsyon yazıyor. Siparişi hepsiburada.com dan aldım bu ürün içmeye uygunmudur yanlış bir ürünmü bu. Siparişi verirken 40ppm kolloidal gümüş suyu yazıyordu bu şekilde geldi bana bunu kullanabiliyormuyum. hepsiburada.com bu konuya cevap veremediği için size yazdım. Duruma göre iade edbilirmiyim alıyorlarmı onu da bilmiyorum.
    Şimdiden teşekkür ederim.
    Serkan Özalp 0532 291 41 59

    YanıtlaSil
  9. Aldığım siva derm 1000mg üzerinde el yüz vücut solüsyon yazıyor diğer sprey aynı şekilde bunları ben içmek için almıştım yanlışmı almışım

    YanıtlaSil