Şifanın gücü



Büyük ihtimalle birçoğunuz bu videodaki (lafta) iyileştirme yöntemini görüp gülmüşsünüzdür. “Sen misin hasta olan?” diyerek girişiyor zavallıya. Gerçi her ikisi de zavallı ya neyse.

Elbette ki bu gibi şeylere gülmek iyidir. Yani gülmek iyidir. Ama gerçekte güldüğümüz şeyin ne olduğunu da bilmekte fayda var. Ne olursa olsun empati yapmak iyidir. Bugün modern tıp adı altında yapılan uygulamalar –mesela- sonuna “terapi” eklendi diye gerçekten de terapi ya da iyileştirme olduğu anlamına mı geliyor? Bunu biraz sorgulamak lazım.

Şu videodaki zavallı gibi hastasınız ve şifa bulma amacıyla hastaneye gidiyor, doktora görünüyorsunuz. Ama doktor genellikle sizi görmüyor bile. Yazıyor ilacı yolluyor. Diyelim son derece kolay bir şekilde halledilebilecek sivilce sorunu için gittiniz. Muhtemelen roaccutane reçete edecektir.

Peki nedir roaccutane?

  • İnsanı intihara sürükleyen,
  • kolestrolü fırlatan,
  • karaciğeri yoran,
  • en büyük yan etkisi depresyon olan,
  • Amerika'da bu ilacı kullanan 500’e yakın kişinin intihar etmesi sonucu kullanımı yasaklanan,
  • Türkiye'de kullanımı gayet yasal olan,
  • kullanan kişiyi mala çeviren,
  • kişide var olan bütün sivilce potansiyelini dışarı pörtleten,
  • başka ağır ilaçlarla kullanıldığı takdirde ölüme bile sebebiyet verecek derecede ciddi hasarlara yol açabilen,
  • yeşil reçeteyle satılan,
  • 1998 yılında ilacın üzerine "intihara yol açabilir" uyarısı eklenmiş korkulası bir ilaç=zehir.
Buraya yazdıklarım sadece oradan buradan toplama bilgiler değil, işim gereği görüştüğüm birçok hastanın bizzat kendi söyledikleridir.

Bir örnek daha verelim;

Panadol Extra Film Tablet

Panadol Ekstra Film Tablet’in Yan Etkileri


Alerjik reaksiyon belirtileri olan bu sıkıntılardan herhangi bir ya da birkaçına sahipseniz acil yardım desteği alınız: ürtiker (kurdeşen); nefes almada zorluk; yüzde, dudaklarda, dil ya da boğazda şişkinlik.

Aşağıdaki ciddi yan etkilerden bir ya da birkaçını gördüğünüzde Panadol Extra Film Tablet kullanımını derhal kesiniz ve bir sağlık kurumuna başvurunuz ya da hemen doktorunuzu arayınız;

  • Kan tablosu bozuklukları;
  • Kansızlık (anemi);
  • Kalp atımlarında artış, çarpıntı;
  • Titreme;
  • Kan şekerinde düşme (hipoglisemi).

Tabii ki bu örnekler oldukça hafif olanlar. Biraz önce yukarıda da belirttiğim gibi bir de kemoterapi denen bir uygulama var. Şimdi diyelim insanda kanser var mı yok mu diye gidip pet çektiriyorsunuz. Ya da tomografiye giriyorsunuz. İngiltere’de yapılan bir araştırmaya göre, görüntülü radyolojik incelemelerin% 30’ a yakın kısmının gereksiz olduğu ortaya konulmuştur. Hele şimdilerde İngiltere, halkını korumak için tomografi çekimi için sağlık kurulu raporunu şart koşmaktadır. Doktor istedi diye tomografi çekilemiyor. Neden biliyor musunuz? Tomografi çekimi sırasında alınan radyasyon 13 miligray olup, bu miktar Hiroşima’da atom bombasının atıldığı yerin 2.4 km uzağında bulunan insanların aldığı radyasyona eşittir. Yani durduk yerde insana radyasyon veriyorsunuz. Ama tartışmasız bir gerçek vardır ki o da radyasyonun kansere sebep olduğudur. Hadi diyelim kanser teşhisini koydular.

Peki tedavi nedir?

Kemoterapi!

Dr. Glidden 1994 senesinde onkoloji dergisinde bir rapor yayınlandığını ve bu raporda yetişkin insanlar üzerinde yapılan kemoterapi başarı yüzdesine bakıldığında 12 yıllık araştırma sonucu kemoterapinin başarısızlık oranının %97 olduğu görülmüş. Elbette ki bu her şeye rağmen manipüle edilmiş bir istatistiktir. Çünkü ilaç adı altında aldığınız o zehir vücudu tümden çökerttiği için kanserden değil de mesela nezleden dolayı ölürsünüz. Ve kayıtlara da “biz kanseri yendik aslında. Ama işte nezleden öldü” denerek işlenir. Yani başarı oranı % 0 dır. Başka bir deyişle başarısızlık oranı % 100.

Kimyasal ilaçlardan dolayı Almanya'da yılda 25.000, İngiltere'de 30.000 ve ABD’de 180.000 kişinin kimyasal ilaçlardan öldüğü bilinmektedir (Hans Weiss).

Yani iyileşelim diye aldığımız ilaçlar bizi öldürüyor. İlaçlar kimyasal birer silahtır. Hayatınız kararmadan bunları öğrenmeniz faydalı olabilir.

Antibiyotik İlaçlar: Mini Atom Bombası

Antibiyotik ilaçlar bağırsak florasını bozar. Bağırsak florasında ortaya çıkan aşırı zararlı bakteriler ve mantarların ürettiği zehirli gazlar ve zehirli alkolleri elimine etmek için aşırı oranda B6, B12-Vitamini ve Folik asit harcanır. Bu da homocystein oranının yükselmesine neden olur. Homocysteini B6, B12-Vitaminleri ve Folikasit Metionine çevirerek zararsız hale getirir.

Homocystein LDL-Kolesterolunu oksitliyerek yapısını bozar. Oksitlenen kolesterol makrofaj tarafından mikrop olarak algılanır ve onu yok etmeye çalışır. Aşırı oranda LDL-Kolesterolu yiyerek ölen makrofaj hücrelerde, hücre aralarında, dokularda ve damarların iç yüzeyinde yağlanmalara sebep olur.

Damar, hücere ve doku yağlanmasına sebep olan bu plaklar (artık maddeler, cüruf) hücrelerin beslenmesine engel olur. Buda beslenemeyen hücreler nedeniyle kişide sürekli açlık duygusunun ortaya çıkmasına neden olur ve kişi iştahım açıldı diyerek sürekli yemek yemek zorunda kalır. Bu nedenle bağırsak florası bozulanların et ve et mamüleri yememeleri gerekir.

Alternatif Tıp

Almanya’da Pacoe firması tarafından yapılan bir araştırmada insanların % 80 oranında Alternatif Tıp’a güvendiği, ve sadece % 12′sinin ise Ortodoks Tıp’a itibar ettiği tespit edilmiştir. (Naturheilkunde) Avrupa’da üretilen doğal ilaçların % 45 Almanya’da üretilmekte ve Alman firmaları 3. Dünya ülkelerinden getirttikleri ham maddeyi işleyerek milyarlarca dolar kazanmaktadırlar.

Kapitalist sistemin nasıl işlediğini zaten bildiğinizi farz ederek şunu söylemek isterim; İlaç sanayisi için insanlar hasta değil birer müşteridir. Yeterli miktarda hasta yoksa bu sektör ne iş yapacak? Hastalık da olmalı, hasta da. Doktorlara haşa peygamber gibi iman edip sorgulamayan insanların bu işte suçu yok mu? Doktorlar tipik ortodoks tıp eğitimi aldıklarından bunlardan hiç bahsetmezler. Tıp bir hizmet alanı iken artık günümüzde bir sanayi dalı olmuştur.

Öncelikle şunu belirtmek isterim; Modern tıp dediğiniz şeyin bilimle alâkası yoktur. Bugün kullanılan işe yarar yöntemlerin neredeyse tamamı 19 yy da yaşamış idealist doktorların çalışmaları sonucunda ortaya çıkmıştır. Ondan sonra sağlık sektörü günümüze gelene kadar ciddi bir batağın içine saplanmıştır. Ve tadavi adı altında uyguladıkları yöntemler ve ilaçlar insanlara zarar vermekten başka da bir işe yaramamaktadır.

Eskiden, yani 50-60 sene öncesine kadar en fazla kâr getiren iş savaş sektörü idi. Sektör diyorum çünkü bugüne kadar çıkmış savaşların neredeyse tamamı para için çıkartılmıştır. Din ve milliyetçilik gibi kavramlar sadece sloganlardan ibarettir. Ve savaşacak insanları gütmek için kullanılır. Yani zenginlerin çıkardıkları savaşlarda fakirler vatan için öldüklerini ya da şehit olduklarını zanneder. Bu arada petrol firmaları, ilaç firmaları, silah firmaları, bankalar inanılmaz boyutlarda kâr elde eder. Ve ne tesadüftür ki bu firmalar aşağı yukarı hep aynı insanlara aittir.

Ancak 2. dünya savaşından sonra savaşlar farklı bir boyut kazandı. Topla tüfekle yapılacak çatışmalar en son raddede devreye girmeye başladı. Kısacası savaş sektörünün yerini hastalıklar aldı. Para hastalıklardan kazanılmaya başlandı. Ve kanser de en tepeye oturdu.

Mesela kardiyovasküler hastalıklarda 50 yıldan bu yana bir mesafe kaydedilmiştir. Ancak kanser vakalarındaki grafikler dümdüz gitmektedir. Yani başarı oranı sıfırdır. Hiç merak ettiniz mi teknoloji bu kadar hızla, ivme kazanarak ilerlerken neden kanser hiç iyileşmiyor diye?

Kemoterapi dediğiniz şey 2. dünya savaşında esirleri öldürmek için kullanılan hardal gazıdır. Aslında katı halde bulunur ancak havayla temas ettiğinde gaza dönüşür. Yapılan araştırmalarda bu gazın kanser hücrelerini öldürdüğü tespit edilmiştir. Bu sebeple zehrin bir molekülünü değiştirerek kanser ilacı olarak piyasaya sunulmuştur. Ama kanser hücreleriyle birlikte sağlıklı hücreleri de yok etmektedir. Yani hastalığı ölümle yok etmek diye buna deniyor işte. Asıl öldüren kanser değil, kemoterapidir. İstatistikleri incelerseniz ne demek istediğimi anlarsınız.

Onun dışında bir hastalığı yok etmenin çok çeşitli yolları olabilir. Ama maalesef ki bu yolların hiç bir bugün ortodoks tıptan geçmemektedir.

Peki bütün bunlara rağmen hala ekteki videoda yer alan insanlara gülüyor musunuz?

Videodaki uygulama ile günümüzdeki modern uygulamalar arasındaki fark ne biliyor musunuz?

Sunum!

Eğer bir kötülük yapacaksanız bunu allayıp pullayıp, iyi bir şeymiş gibi göstermelisiniz. Son derece pahalı elektronik cihazlar kullanmalı, beyaz önlükler, yıllarca okunan okullar ile tetikçileri yüceltmelisiniz. Ve çok basit bir şeyi anlatırken bile halkın anlayamayacağı bir dil ile teknik terimler kullanarak yapmalısınız. Örnek vermek gerekirse; “laktoz intöleransı” falan demelisiniz ki bunun yanında ilaç satabilesiniz. Aksi takdirde tutup da basitçe “süt içmemen gerekiyor" derseniz ilaç satamadan hastayı kaybedersiniz. Burada “hastayı kaybetme” sözünü kişinin rahatsızlıktan kurtulması anlamında kullandığımı ve bu durumun da ilaç firmalarının işine gelmeyeceğini belirtmeme gerek var mı bilmiyorum. Ama tutar da videodaki dangoz şifacı gibi yaparsanız komik duruma düşersiniz elbet.

Bütün bunlara rağmen insanların bu durumu anlamamaları, kendilerinin doğru, başkalarının ise yanlış olduğu önyargısına sahip olmalarıdır. Tabii ki bunun sebebi egodur. Egodur çünkü yıllardır onlara kaktırılmış doğru adı altındaki yalan budur. Şayet gittikleri yolun yanlış olduğunu bilseler bile yine de yollarından sapmak istemezler. Çünkü hatalı olduklarını kabul etmelerine egoları engel olur.

Bütün kararlarımızı sahip olduğumuz bilgiler doğrultusunda veririz. Ama bir konu hakkında karar verirken sadece vereceğimiz kararımız üzerinde düşünürüz. Hiçbir zaman bilgilerimizi gözden geçirmeyiz. Çünkü sahip olduğumuz bilgilerin doğru olduğu önyargısına sahibizdir. Ama bildiklerimiz tümden yanlışsa ne olacak? Elbette ki yanlış kararlar vereceğiz. Bu sebeple insanların kritik dönemlerde verecekleri kararlardan önce bildiklerini sorgulamalıdırlar. Yanı sıra birçok insan hiçbir şey bilmediğinden kararı onların yerine otorite vermektedir. Onun işi sadece otoriteye inanmaktır. O zaman düşünmek gerekiyor. İnançlarımız bize daha iyi bir yaşam sağlıyor mu diye.

Sahip olduğumuz en değerli şey vücudumuz olduğuna göre onu tanımalı ve iyi davranmalıyız. Elbette ki bunun için biraz araştırma yapmak ve okumak gerekiyor. Okuyun. Aksi takdirde zarar gören siz ve sevdikleriniz olacak. Ya da yediğimiz dayak videodaki arkadaştan daha fena olacak.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder